Alevilik Çalışmaları ve Senkretizm (Bağdaştırmacılık)

Date Published: July 2, 2025
Özet
Senkretizm, farklı inanç ve kültürel pratiklerin karşılıklı etkileşimi sonucu yeni biçimler kazanmasını ifade eden bir kavramdır. Akademik literatürde genellikle dinsel ve kültürel sentez süreçlerini açıklamak için kullanılsa da özellikle Alevilik çalışmalarında Alevilik-karşıtı ideolojik bir söylem aracına da dönüşebilmektedir. Alevilik bağlamında senkretizm, bir yandan tarihsel ve kültürel etkileşimleri açıklamak için kullanılırken, diğer yandan onu “melez veya “eksik” bir kültürel fenomen olarak tanımlayan ayrımcı bir çerçeveye hizmet edebilmektedir. Bu bağlamda senkretizm, akademik çalışmalarda Aleviliğin özgün bir kimlik olarak ele alınmasını engelleyen bir araç haline gelebilir. Dolayısıyla, Alevilik çalışmalarında senkretizm kavramının nasıl kullanıldığı eleştirel bir değerlendirme gerektirmektedir.

Etimoloji ve Bağlam

Senkretizm, kültürel görüngülerin analizinde, çoğu zaman birbirine yabancı (hatta kimi durumlarda karşıt) inanç öğelerini ya da ritüelleri ahenkleştirme girişimidir. Ayrıca, farklı toplumsal gelenekler gibi, gündelik hayata dair kültür örüntüleri arasında benzerlikler kurma eylemini işaret ettiği kadar, örneğin farklı düşünce okullarına ait kuramlar arası etkileşimler gibi, yeni düşünsel sentezleri de kapsayıcı nitelikte kullanılan bir teoridir. Bu haliyle, yabancı kültürlere ait söylem, davranış, inanma, ritüel, gelenek yahut kimi maddi kültür öğelerinin ekonomik, sosyal, dinsel, siyasal vd. boyutlarıyla, (göç, savaş, fetih, sömürgeleştirme, ticaret, mübadele vb.) karşılaşmalar yoluyla, karşılıklı hareketini ve zamanla aynı öğelerin dönüşümüyle ortaya çıkan tekil kültürel formları ifade eder. Nihayetinde senkretizm, karışma, melezleşme, kaynaşma anlamlarına gelecek şekilde kullanılan analitik bir araçtır.

Günümüzde ise kavram, çoğunlukla, kültürün dinsel boyutuyla ilişkili süreçlere ve öğelere dair bir analiz çerçevesi niteliği kazanmıştır. Senkretizm, bu meyanda, antropolojik kültür kuramlarının önde gelen kavramlarından kültürleşmenin (acculturation), dinsel kapsamdaki karşılığıdır. İnsanlık tarihi boyunca toplumlar sürekli hareket halinde olmuşlar, birbirleriyle çeşitli vesilelerle temas etmişlerdir. Toplumsal (iç ve dış) ilişkilerdeki etkileşimsel devingenlik ve tarihsel süreklilik, kültürün dinamik karakterinin de yaratıcısıdır. Bu yolla maddi ve manevi kültür öğeleri toplumlar arasında sürekli hareket halindedir ve zamanla da içerildikleri yeni kültüre eklemlenerek özgün biçimler kazanırlar. Kültürleşme, söz konusu içerilmiş yeni kültür formlarını işaret ederken, senkretizm, bu kategori içerisindeki dinsel (mitik) söylemler, yazılı (kutsal, edebi) metinler, kültler, ritüeller gibi öğelerle ilişkilidir.

Etimolojik olarak incelendiğinde de kavramın, politik boyutuyla, iç içe geçen ya da birleşim sonucu gibi anlamlar taşıdığı görülebilir. Senkretizmin, Antik Yunan’daki syn (eş) öneki ve krasis (karışım) kelimesinden türetilen synkrasisten dönüştürülerek ortaya çıktığı bilinmektedir. Yunancadaki σνγκρητισμο´ζ (synkretismos) ve σνγκρητι´ζειν (synkretizen) kelimeleri, Plutarch’a (MS 45-125) kadar klasik yazında görülmemiştir. Ancak Plutarch, terimi, Morolia isimli eserindeki “Kardeş Sevgisi Üzerine” (On Brotherly Love – Peri Philadelphias) bölümünde, dışarıdan gelen düşmanla yüzleştikleri zaman kendi aralarındaki farklılıkları, husumetleri kenara bırakan ve ortak tehdide karşı birleşen Giritlileri anlatmak için türetmiştir. “Synkeretismos”, bu itibarla, müşterek düşmana karşı birleşen Girit şehirleri federasyonu anlamına gelmektedir. Bu kullanımıyla senkretizm, oldukça net politik belirlenimle, belirli bir amaç için “birbirine karışmış”, “politik olarak birleşmiş” demektir (Gültekin 2020, 942-45).

Antik dönemden itibaren 16. yüzyıla kadar terimin kullanımına rastlanamasa da kavram olarak senkretizm, Erasmus’un “Opus Epistolarum” eserinde “farklı bakış açılarının olumlu birliği” içeriğiyle yeniden ortaya çıkar. Bilindiği üzere Rönesas’ın ardından, Antik Yunan düşünürlerine yeniden dönülerek, klasik orta çağ kilise söylemi antik felsefi yorumlarla yeniden yorumlanmıştır. Bu ahenkleştirme eğilimi, Aydınlanma devriminin yarattığı dinsel (ideolojik ve politik) eleştiriyi ve henüz ilk adımları sayılabilecek laik bir toplumsal (hukuku) kurguyu göğüsleme, karşı argümanlar üretme motivasyonuyla da açıklanabilir. Nitekim bu tarihsel izlekte kavram, 16. ve 17. yüzyıllarda, günümüzde de izleri sürülebilecek olumsuz çağrışımlar içeren niteliğini kazanacaktır. Öncesine kadar düşünsel yahut pratik boyutta kültürel formların benzerlikleri arasında süreklilik ilişkileri türetmeye yarayan aynı içerik, bu defa “bozulma”, “yozlaşma”, “sapma”, “özünden uzaklaşma” anlamlarını kapsayan yeni anlam kategorileri kazanmıştır. Kıta Avrupa’sında Rönesans, Reform ve Aydınlanma seyrinde beliren büyük ekonomik, sosyal, siyasal, ideolojik dönüşümlerin bağrında yeşeren Protestanlık gibi yeni dinsel yorumlar ile Hristiyan Ortodoksiyi işaret eden merkezi Katolik kilise söylemi (politikası) arasında çeşitli uzlaştırma girişimleri, böylelikle senkretizmle suçlanacaktır. Dinsel biricikliği bozma, dejenere etme, ilkesizleştirme anlamıyla kavram, “karışarak bozulma” durumunu tarif etmek için kullanılmıştır (Birx 2006, 2095-98; Gültekin 2020, 942-45).

Senkretizm, her ne kadar Ortodoks kabul edilen söylem ve pratiklerin bozulması anlamında olumsuzlansa da gerek Hristiyanlık gerekse İslamiyet örneğinde “misyoner rahipler”, “misyoner dervişler” eliyle bizatihi devletler tarafından bilinçli şekilde desteklenmiş yayılmacı bir asimilasyon taktiğidir. Örneğin, tıpkı daha eski tarihsel devirlerde (antikitede ve hatta daha evvelinde, Neolitik sonlarında beliren uygarlık [devletleşme] süreçlerinde) olduğu üzere, fethedenler, üzerinde ekonomik, sosyal, askeri hâkimiyet kurdukları kültürlerin kutsal öğelerini kendi dinsel formlarında hep “içermişlerdir”.

Yine de 19. yüzyıl boyunca kavram, merkezi dinsel söylem ve ritüellerin yanı sıra varlığını koruyan halk inançları bağlamında, yabancı yahut erken dönem (dinsel) öğelerin kültürel kabulü (içerilmiş biçimi) anlamında kullanılmaya devam etmiştir. 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarında dünya genelinde etkisini sürdüren farklı uluslaşma ideolojileri ve deneyimleri, kavramla ilgili olumlu ve olumsuz yaklaşımları da yeniden şekillendirecektir. Senkretizm, çok-kültürlü ulus devletlerin kamu yönetimi açısından düşünüldüğünde, yerel (kültürel) farklılıkları merkezi iktidara tabiiyet, tebaa olma, birbirine benzeme, birlikte yaşama, ortak gelenekler paylaşma gibi söylemlerle birleştirmesi bakımından (olumlayıcı içeriğiyle) işlevseldir. Ancak ulusal kimlikleri özcü (primordiyalist) kültürel devamlılığa, değişmezliğe dayandıran tekçi ulusal kurguların ağırlık kazandığı yerde, “yozlaşmış” olmayı, “bozulmayı” işaret eden olumsuz bağlamıyla değerlendirilmiştir. Bu çerçevede beliren “anti-senkretizm”, saflık ve Ortodoksi adına, kültürel tekilliğin savunusunda öne çıkmış teorik bir yaklaşımdır (Gültekin 2020, 942-45).

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren (İkinci Dünya Savaşı sonrasında) Avrupa merkezli klasik antropolojinin kadim konusu/nesnesi “ilkel (ve geleneksel) dünya”nın dramatik ve hızlı dönüşümüne şahitlik edilir. Kapitalist sermayenin küresel hareketinin hızlanması, doğal kaynaklar ile tüketici piyasalarında büyük rekabet alanlarının ve gerilimlerin türemesi, iletişim-bilişim-ulaşım teknolojilerinde yaşanan hızlı ilerleme ve sömürgeciliğin tasfiyesi gibi geniş ölçekli tarihsel, ekonomik, politik ve askeri etkenler belirleyici hale gelmiştir. Klasik antropolojinin tarihi dışlayıcı yaklaşımlarla, yapı ve fonksiyon kuramlarıyla araştıradurduğu “kırsal” bağlamlı halklar (küçük ölçekli topluluklar) hızla (örneğin, kent boyutuyla “alt-kültür” gruplarına) dönüşmeye başlamış ve yaşadıkları mekânlar da araştırmacılar için artık “riskli”, “tehlikeli”, “sakıncalı”, “yasaklı” hale gelmiştir. Ulusal (yahut sosyal) kurtuluş savaşları, işgaller ve işgal karşıtı hareketler, ayrılıkçı-bağımsızlıkçı politik örgütlenmeler, silahlı mücadeleler, istikrarsızlıklar, askeri darbeler, ayaklanmalar bu gibi coğrafyalarda araştırmacıların karşılaştığı (sıklıkla da mağduru oldukları) politik şiddetin günümüzdeki aktörleridir. Bu konjonktürde, senkretizm bağlamında, çağdaş antropoloji sömürgecilik ve sömürgecilik sonrası dinsel (büyüsel) inanma ve pratiklerin değişimi ve (daha önemlisi yaşanan dramatik, hızlı kültürel dönüşümde ne tür uyarlanmalar gösterdikleri) bu topluluklarca nasıl araçsallaştırıldıkları gibi konuları ön plana çıkarmıştır. Göçmen gruplar, mülteciler, azınlıklar, uyum (yahut çatışma) ve geçiş süreçleri ile özellikle ekonomik, politik sebeplerle göçlerin yöneldiği ülkelerde çok-kültürcü kamusal ve dinsel politikalar bağlamında çeşitli “senkretizm” yaklaşımları görünür olmuştur (Birx 2006, 2095-98; Gültekin 2019, 67-69).

20. yüzyılın sonlarından günümüze ise dünya genelinde yaşanan etnik ve dinsel canlanma süreçleri nihayetinde, pek çok kültürel kimlik farklı politikleşme deneyimi tecrübe etmiştir. Dolayısıyla kültürel kimliklerin (bilhassa dinsel kimliklerin) özgünlüğü, saflığı, tarihsel kökleri, sınırları gibi konular gündelik hayatın sosyo-politik boyutundaki ilişkiler açısından belirleyici hale gelmiştir. Politik arenadaki gerilimler, “bilimsel” nitelikte bilgi alanlarından devşirilen kavramların önemini ve prestijini arttırmıştır. Akademik bağlamıyla senkretizm, bu itibarla, kimlik aidiyetlerinin yeniden tanımlanmasını ima eden her tartışmada yahut yazılı eserde, sıklıkla başvurulan katalizör açıklama çerçevesine dönüştürülmüştür. Çoğunlukla politikleşmiş kültürel kimliklere dair türetilen fikirlerin kabul görmesi yahut itirazla karşılaşması durumlarında, senkretizm, olumlu yahut olumsuz kimi anlam setleri taşımaktadır. Örneğin (pozitif sosyal bilimlere göndermeyle) olumlayıcı içeriğiyle senkretizm, mevcut kültürel çeşitlilik ve çok katmanlılık içinde farklı ele alınan (ayrıştırılan) öğelerin özgül bileşimini ve bu yeni formun kültürel tekilliğini vurgular. Biyolojik ve kültürel evrimin sürekliliği bağlamında toplumlar arasında sosyo-kültürel temasların ve alışverişlerin kaçınılmaz, doğal niteliğine vurgu yaparak, “özcü” kültür (kimlik) yaklaşımları karşısında sıklıkla kullanılan bir argüman olur. Politik ve sosyal örgütlenme, dil, din, akrabalık sistemleri, edebiyat, sanatlar, teknoloji gibi kültürün maddi ve manevi öğeleri ile toplumsal ilişki biçimleri için bu yaklaşım uyarlanabilir. Kimi antropologlar, yerelleşme ve küreselleşme kavramlarının analizinde de bu içeriğiyle kullanışlı olabileceğini ileri sürmüşlerdir (Gültekin 2020, 942-45).

Öte yandan kültürün tamamının yahut kimi öğelerinin tekil niteliklerine dair (etnosantrik tutumla ortaya çıkan) olumsuzlayıcı vurgusuyla senkretizm, kültürel süreçlerin etkileşimsel gerçekliğini gözardı eden tartışmalı bir tutum yaratır. Örneğin günümüzde çoğu dini (ve politik) otorite (kavramın dinsel inanmalarla ve pratiklerle ilişkili akademik bağlamına istinaden), onu, “saf olmama” yahut “kirlenme”, “bozulma” imasıyla çoğunlukça kabul edilmiş (ve genellikle resmi) belirli bir dinsel bağlama göre “farklı” bulunan inançlar için kullanmaktadır.

Alevilik Çalışmaları ve Senkretizm Tartışması

Senkretizm, Türkçe yazında ve söylemde “bağdaştırmacılık” olarak karşılık bulmuştur ve Türkiye’nin yaşadığı sosyo-ekonomik, politik çalkantılar akademik yaklaşımları ve buradan devşirilen kavramları da doğrudan belirlemektedir. Senkretizm bahsinde, bu süreçlerin Türkiye’de doğrudan gözlemlenebileceği alanların başında ise Alevilik ve Bektaşilik yazını gelir. Alevilik araştırmaları, 1980’lerle birlikte kültürel kimliklerin politikleşme süreçlerine paralel biçimde, Türkiye’de hızla popülerlik kazanmıştır. Alevilik üzerine, “özcü” ve bağdaştırmacı” kutuplara ayrışmış olarak, karşıt yaklaşımlar sunan görüşlerin (ve aralarındaki ihtilafın) mevcut literatür ve söylem içerisinde baskın olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Buna göre senkretizm konusunda kendi içinde çelişir görünen çeşitli yaklaşımlar da göze çarpar. Örneğin bir inanma biçimi olarak Aleviliği özgül nitelikleriyle, bağımsız bir kültür varlığı olarak ele almak yerine, Türk ulusal kimliğinin Müslümanlık öncesi dinsel geleneklerinin İslam diniyle özgün bir sentezi olarak değerlendiren görüşler, onu, Hristiyanlık, Musevilik ya da antik İran dinleri gibi bölgesel olası kültürel etkilerden dikkatle ayırmak ister. Bu tarihsel duraklar ve benzer kültür örüntüleri arasındaki benzerliklerden, devamlılıklardan hareketle ileri sürülen görüşleri ise Türk milli kimliğini yozlaştırmaya, bozmaya, bölmeye yönelik art niyetli, bilinçli girişimler olarak kodlar. Aleviliğin, Türk milli geleneklerinin İslam’la kavuşmasıyla ortaya çıkan senkretik biçimi olduğu tezi bu kabullerle inşa edilir. Buna karşın Aleviliği farklı tarihsel, toplumsal, dinsel etkilerle şekillenmiş senkretik bir inanma biçimi olarak tarif eden görüşler ise, onu, antik Anadolu, İran, Hindistan felsefi dinleri ile tek tanrıcı erken ortaçağ inançlarının özgün bir sentezi olarak tanımlama eğilimindedir. Her iki yaklaşım da senkretizmi, kültürel karşılaşmaların tarifinde ve ortaya çıkan süreçlerin analizinde kategorik bir araç olarak kullanır. Ancak üretilen bilginin (Alevilik bağlamında) hâlihazırda politik bir saflaşmayı da işaret eden söylemlerde üstlendiği role göre, senkretizm kavramı da olumlayıcı-kurucu yahut olumsuzlayıcı-kanıtlayıcı bir içerik taşır (Gültekin 2020, 942-45).

Senkretizm kavramı, akademik literatürde kültürel etkileşimleri, dinlerin tarihsel karşılaşmalarını ve inanç biçimlerinin dönüşümünü açıklayan bir analiz çerçevesi olarak kullanılsa da özellikle Alevilik araştırmaları bağlamında ideolojik ve politik bir aygıta dönüşme riski taşımaktadır. Alevilik çalışmaları, 1980’lerden itibaren Türkiye’deki kültürel kimliklerin politikleşmesiyle birlikte hızla popülerleşirken, bu süreçte senkretizm kavramının nasıl ele alındığı da önemli bir tartışma konusu olmuştur.

Akademik dünyada Alevilik üzerine yapılan araştırmalarda senkretizm kavramının iki yönlü bir kullanıma sahip olduğu gözlemlenmektedir. Bir yandan, Aleviliğin tarihsel olarak farklı inanç ve kültürel geleneklerin etkileşimi sonucu ortaya çıkan dinamik bir yapı olduğu vurgulanarak, bu kimliğin esnek ve dönüştürücü karakteri olumlanır. Öte yandan, senkretizm kavramı, özellikle Ortodoks İslami bakış açısının etkili olduğu akademik ve kamusal söylemlerde, Aleviliğin “özgün olmayan”, “karışık”, “melez” ya da “eksik” bir dinî yapı olduğu imasını güçlendiren bir retorik araca dönüşmektedir. Bu ikinci kullanım biçimi, senkretizmi, kültürel geçişkenliği analiz eden bir akademik kavram olmaktan çıkarıp, Aleviliği İslam’ın “merkezinden sapmış, eksik, bozulmuş bir form” olarak resmetmenin teorik kılıfı haline getirmektedir.

Bu durum, Alevilik araştırmalarında daha geniş bir epistemolojik soruna işaret etmektedir: Alevilik üzerine geliştirilen akademik söylemler, kaçınılmaz olarak politik, ideolojik ve tarihsel bağlamlardan etkilenmekte ve bu bağlamlar içinde şekillenen kavramlarla tarif edilmektedir. Özellikle senkretizm, Aleviliği anlamlandırma sürecinde, kimi zaman akademik bir ayrımcılık mekanizmasına dönüşmektedir. Senkretik olduğu belirtilen öğeler, Aleviliğin kendine özgü bir teolojik ve kültürel sistem olarak kabul edilmesini engelleyen ve onu “eksik bir din” olarak sunan bir çerçeveye sıkıştırmaktadır.

Bu bağlamda, Alevilik çalışmaları içinde senkretizmin ele alınış biçimine eleştirel bir perspektifle yaklaşmak gerekmektedir. Akademik üretimde senkretizmin, tarihsel süreçleri anlamak için bir açıklayıcı çerçeve olarak mı, yoksa Aleviliğin İslam içindeki konumunu belirsizleştiren veya marjinalleştiren bir araç olarak mı kullanıldığı dikkatle incelenmelidir. Bu eleştirel perspektif, yalnızca Aleviliği değil, genel olarak kimlik, tarih ve din çalışmalarında kullanılan teorik kavramların nasıl şekillendirildiğini ve hangi toplumsal dinamikler içinde anlam kazandığını sorgulayan bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır.

Kaynaklar & Ek Okumalar

Birx, H. James. “Syncretism.” Encyclopedia of Anthropology. Der. H. James Birx. Thousand Oaks, CA: SAGE Publications, 2006, ss. 2095–2098.

Bruinessen, Martin van. “When Heterodoxy Becomes Orthodoxy: Alevism as the ‘True’ Islam.” In Syncretistic Religious Communities in the Near East, eds. Kehl-Bodrogi, Kellner-Heinkele, Otter-Beaujean. Leiden: Brill, 1997, ss. 27–38.

Droogers, André. “Syncretism: The Problem of Definition, the Definition of the Problem.” Dialogue and Syncretism: An Interdisciplinary Approach, ed. Jerald Gort et al. Amsterdam: Rodopi, 1989, ss. 7–25.

Greenfield, Sidney M. ve André Droogers (ed.). Reinventing Religions: Syncretism and Transformation içinde Africa and the Americas. New York: Rowman & Littlefield, 2001.

Gültekin, Ahmet Kerim. “Senkretizm”, Antropoloji Sözlüğü, (eds Kudret Emiroğlu ve Suavi Aydın), s. 942-945. İstanbul: Islık Yayınları, 2020.

Gültekin, Ahmet Kerim. “Senkretizm”, Bilim ve Gelecek – Aylık Bilim, Kültür, Politika Dergisi, Sayı: 185 (2019), 67-69.

Leopold, Anita & Jensen, Jeppe Sinding (eds.). Syncretism in Religion: A Reader. London: Routledge, 2004.

Stewart, Charles & Rosalind Shaw (ed.). Syncretism/Anti-Syncretism: The Politics of Religious Synthesis. Londra: Routledge, 1994.

Su, Selçuk. Hurafeler ve Mitler. İstanbul: İletişim Yayınları, 2011.

Alevi Studies and Syncretism

Date Published: July 2, 2025
Summary

* This entry was originally written in Turkish.

Syncretism refers to the formation of new religious or cultural expressions that emerge from the interaction of diverse belief systems and practices. While in academic literature it is commonly used to analyse processes of religious or cultural blending, in the context of Alevi studies, the term can also function ideologically -as a rhetorical tool used to marginalise Alevism. On one hand, syncretism is employed to explain Alevism’s historical and cultural hybridity; on the other, it can serve to portray Alevism as a “mixed” or “incomplete” phenomenon, thereby denying its distinctiveness. In this way, the concept risks becoming a barrier to understanding Alevism as an autonomous identity. Therefore, it is essential to critically examine how syncretism is used in Alevi studies.

* This entry was originally written in Turkish.

Etymology, Historical Background and Political Shifts in Meaning

Syncretism, as an analytical concept in cultural theory, often refers to efforts to harmonise belief systems or ritual forms that may be foreign to one another -sometimes even in opposition. It is also used to describe interactions between everyday cultural patterns and social traditions, or between competing philosophical schools of thought, resulting in new syntheses. In this sense, syncretism points to the dynamic transformation of cultural elements -be they religious ideas, rituals, behaviours, symbols, or material objects- through processes such as migration, war, conquest, colonisation, trade, and exchange. Ultimately, the term functions as an analytical tool to describe processes of merging, blending, or hybridisation (Brix 2006, 2095-98).

In its modern usage, syncretism has largely become an interpretive framework for analysing religious aspects of culture. In anthropology, it is often understood as the religious counterpart to acculturation, one of the discipline’s foundational concepts. Human societies have always been in motion, interacting with one another throughout history. These interactions -shaped by both internal and external social dynamics- generate cultural change. As cultural elements travel, they are integrated into new settings and redefined in locally specific ways. While acculturation refers to these incorporated cultural forms in general, syncretism specifically focuses on the religious (or mythic) aspects: sacred texts, rituals, cults, and symbolic systems (Gültekin 2020, 942-45).

Etymologically, the term is closely tied to politics. It derives from the Greek syn (together) and krasis (mixture), forming synkrasis, which later evolved into syncretismos. Though absent from classical Greek texts, the word appears in Plutarch’s Moralia, where he uses it to describe how the city-states of Crete put aside their differences and united against a common enemy. In this usage, syncretism implies strategic, even political unification through blending (Gültekin 2020, 942–45).

Although the term syncretism disappears from usage between antiquity and the 16th century, it reemerges in Erasmus’s Opus Epistolarum as a reference to “the positive union of differing views.” During the Renaissance, scholars revisited classical Greek philosophy and sought to harmonise it with Christian theology, creating hybrid interpretations of religious doctrine. This tendency toward reconciliation gained momentum as Enlightenment ideas began to challenge religious orthodoxy and lay the foundations for secular legal and social frameworks. In this context, syncretism took on a new role: as both an intellectual bridge and a political defence mechanism. However, by the 16th and 17th centuries, the term also began to acquire negative connotations. What was once a descriptive term for convergence became loaded with meanings such as “corruption,” “degeneration,” and “deviation from purity.” In early modern Europe -particularly during the Protestant Reformation and the rise of competing Christian sects- efforts to reconcile emerging interpretations of Christianity with Catholic orthodoxy were increasingly condemned as syncretic. The term came to signify a threat to religious purity and theological consistency. In this form, syncretism was weaponised in theological and political debates, denoting the dilution or contamination of true faith (Leopold & Jensen 2004).

Despite its pejorative uses, syncretism has also served as a strategic tool for religious expansion. Both Christianity and Islam, at various stages, supported syncretic adaptations through “missionary priests” or “dervishes” who consciously integrated local sacred elements into broader theological frameworks—often to ease conversion or extend state control. This practice echoes much older patterns, found in ancient civilisations and even Neolithic state formations, where conquerors assimilated the sacred symbols of subjugated peoples into their own belief systems (Gültekin 2020, 942–45).

Syncretism in the 19th and 20th Centuries: Anthropology, Nation-States, and Ideology

Throughout the 19th century, syncretism continued to be used in relation to popular religion and folk beliefs, often as a means to describe the cultural assimilation of earlier or foreign religious elements that had persisted alongside centralised religious institutions and rituals. With the rise of modern nationalism and the consolidation of nation-states in the late 19th and early 20th centuries, perceptions of syncretism evolved yet again. Its meaning became increasingly shaped by ideological frameworks (Leopold & Jensen 2004).

In multicultural nation-states, syncretism was sometimes viewed positively—as a mechanism for integrating local cultural diversity into a shared national identity through narratives of coexistence, loyalty, and common heritage. However, in national ideologies that emphasized ethnic purity or cultural essentialism, syncretism was framed negatively. It was seen as a marker of “degeneration,” “impurity,” or “loss of origin.” In such settings, anti-syncretism emerged as a theoretical stance advocating for cultural or religious purity, often aligning itself with orthodox discourses (Gültekin 2020, 942–45).

In the second half of the 20th century, especially after World War II, classical anthropology witnessed a shift. The traditional “primitive” or “traditional” societies it had once studied were now undergoing rapid and often violent transformations due to global capitalism, decolonisation, military conflicts, and technological change. With increasing instability, fieldwork in these regions became politically risky. Scholars now encountered refugee movements, liberation wars, separatist struggles, and authoritarian repression. In this context, anthropological studies of religion began to focus on how communities used syncretism to adapt to dramatic socio-political change. Migrants, exiles, and minorities negotiating life in multicultural states or in diaspora increasingly became the new subjects of syncretism studies. Whether in terms of religious adaptation, cultural negotiation, or state integration, syncretism was no longer a passive process of blending, but an active strategy of survival and identity-making. (Leopold & Jensen 2004; Birx 2006, 2095–98; Gültekin 2019, 67–69)

From the late 20th century to the present, global waves of ethnic and religious revitalisation have profoundly shaped the ways in which cultural identities are expressed and politicised. In this climate, discussions around the authenticity, purity, historical roots, and boundaries of religious and cultural identities have become central to both public discourse and academic scholarship. The political tensions of this period increased the prestige and strategic use of academic terms like syncretism. In academic texts and public debates alike, syncretism has become a catalytic explanatory framework invoked whenever cultural identities -particularly religious ones- are being redefined or contested (Gültekin 2020, 942–45).

Depending on the context, the term has acquired both positive and negative connotations. On the one hand, in disciplines such as cultural anthropology, syncretism has been used affirmatively to highlight the complexity and layered nature of cultural forms -emphasizing how distinct elements converge to produce new, unique cultural expressions. It serves as an argument against essentialist views of identity, stressing that socio-cultural exchange and hybridisation are natural, even inevitable, parts of human evolution. Scholars have applied this perspective to analyse areas like religion, kinship, language, literature, and political systems -often in debates on globalisation and localisation. (Gültekin 2020, 942–45). On the other hand, the concept has also been deployed to delegitimise certain identities. When syncretism is framed through an ethnocentric lens, it can imply cultural “impurity” or “contamination.” Many religious and political authorities use the term to label beliefs that differ from dominant doctrines as illegitimate or corrupted. In this negative framing, syncretism ceases to be an analytical tool and becomes a rhetorical weapon of exclusion.

Syncretism in Alevi Studies: Contradictions and Political Uses

In Turkish scholarly and public discourse, syncretism is often translated as “bağdaştırmacılık”, and its application has been shaped by the country’s socio-political and ideological turbulence. One of the clearest fields in which these tensions manifest is the study of Alevism and Bektashism. Since the 1980s, Alevi studies have rapidly gained prominence, parallel to the politicisation of cultural identities in Turkey. Within this expanding field, a strong polarity has emerged between “essentialist” and “syncretic” approaches, producing often conflicting interpretations of Alevism (Bruinessen 1997, 27-38).

These divergent perspectives also expose the conceptual contradictions surrounding syncretism. On one side, certain interpretations avoid viewing Alevism as an autonomous belief system. Instead, they frame it as a unique synthesis of pre-Islamic Turkic religious traditions blended with Islam, while deliberately separating it from any Christian, Jewish, or Iranian religious influences. This line of thinking often interprets comparative analysis with other regional traditions as politically motivated efforts to undermine Turkish national identity. On the other side, some scholars define Alevism as a syncretic belief system shaped by a wide array of historical, religious, and social influences. These include ancient Anatolian traditions, Iranian and Indian philosophies, and early monotheistic religions. Both approaches treat syncretism as a key analytical category for understanding Alevism’s development. Yet the meaning of the term shifts depending on how the knowledge is deployed: in some narratives, syncretism serves as a legitimising concept; in others, it becomes a discrediting label used to question Alevism’s authenticity (Gültekin 2020, 942-45).

Although syncretism is widely used in academic literature to describe processes of religious transformation, cultural exchange, and doctrinal hybridity, it also carries ideological risks -especially in the context of Alevi studies. Since the 1980s, as cultural identity movements gained momentum in Turkey, the way syncretism has been employed in relation to Alevism has become a matter of critical concern.

In the academic literature on Alevism, syncretism tends to be used in two major ways. On the one hand, it highlights Alevism’s historical development as a dynamic, multifaceted belief system that emerged through interactions with various religious and cultural traditions. This reading emphasises flexibility, transformation, and creative synthesis. On the other hand, particularly in contexts shaped by orthodox Islamic frameworks -both in academia and public discourse- the term is used to frame Alevism as “impure,” “incomplete,” “hybrid,” or “lacking authenticity.” This second use reflects a major epistemological problem: syncretism, in these cases, is no longer a descriptive or analytical concept but becomes a rhetorical device that renders Alevism marginal, inferior, or deviant. Instead of acknowledging its complexity, syncretism becomes a theoretical pretext for presenting Alevism as a “deficient” form of religion—one that diverges from a presumed Islamic centre. This underscores a broader issue in Alevi studies: academic discourses about Alevism are inevitably shaped by political, ideological, and historical forces. Syncretism, once an analytical term for understanding cultural contact, can become a subtle mechanism of academic discrimination -denying Alevism the status of a distinct theological and cultural system, and confining it to the margins of dominant religious paradigms.

Conclusion

In light of the discussions above, it is essential to approach the use of syncretism in Alevi studies with a critical lens. While the term can offer a valuable framework for understanding historical transformations and cross-cultural religious encounters, it also holds the potential to obscure, distort, or marginalise Alevism -especially when employed uncritically or ideologically.

In some academic contexts, syncretism has served to highlight Alevism’s rich and layered history, portraying it as an adaptive and transformative belief system. In others, however, it has been used to imply a deviation from Islamic orthodoxy, positioning Alevism as a derivative, hybrid, or even failed version of religion. This dual function reveals a deep tension between academic interpretation and ideological appropriation.

To move beyond this impasse, Alevi studies must adopt a more reflective stance -one that carefully examines not just the content of scholarly claims, but also the conceptual tools used to produce them. Is syncretism being used to illuminate complexity and hybridity, or to impose boundaries and hierarchies? Is it a lens of understanding or a gatekeeper of legitimacy?

Ultimately, this critique extends beyond Alevism. It invites scholars to consider how key theoretical concepts in identity, history, and religion -syncretism among them- are shaped by and contribute to the political and epistemic contexts in which they operate. In doing so, we reaffirm the need for pluralistic, historically grounded, and self-aware scholarship that resists reproducing exclusionary or essentialist narratives under the guise of academic objectivity.

References & Suggested Readings

Birx, H. James. “Syncretism.” Encyclopedia of Anthropology. Der. H. James Birx. Thousand Oaks, CA: SAGE Publications, 2006, ss. 2095–2098.

Bruinessen, Martin van. “When Heterodoxy Becomes Orthodoxy: Alevism as the ‘True’ Islam.” In Syncretistic Religious Communities in the Near East, eds. Kehl-Bodrogi, Kellner-Heinkele, Otter-Beaujean. Leiden: Brill, 1997, ss. 27–38.

Droogers, André. “Syncretism: The Problem of Definition, the Definition of the Problem.” Dialogue and Syncretism: An Interdisciplinary Approach, ed. Jerald Gort et al. Amsterdam: Rodopi, 1989, ss. 7–25.

Greenfield, Sidney M. ve André Droogers (ed.). Reinventing Religions: Syncretism and Transformation içinde Africa and the Americas. New York: Rowman & Littlefield, 2001.

Gültekin, Ahmet Kerim. “Senkretizm”, Antropoloji Sözlüğü, (eds Kudret Emiroğlu ve Suavi Aydın), s. 942-945. İstanbul: Islık Yayınları, 2020.

Gültekin, Ahmet Kerim. “Senkretizm”, Bilim ve Gelecek – Aylık Bilim, Kültür, Politika Dergisi, Sayı: 185 (2019), 67-69.

Leopold, Anita & Jensen, Jeppe Sinding (eds.). Syncretism in Religion: A Reader. London: Routledge, 2004.

Stewart, Charles & Rosalind Shaw (ed.). Syncretism/Anti-Syncretism: The Politics of Religious Synthesis. Londra: Routledge, 1994.

Su, Selçuk. Hurafeler ve Mitler. İstanbul: İletişim Yayınları, 2011.

Nach oben scrollen
[working_gallery]